Zafer Akay
Taksim
Meydanı ve Gezi'nin sahne olduğu olayları yorumlamaya başlamak için, sanırım
öncelikle meydanın, yüzyıllarca Orta Doğu ve Balkanlar olarak tanımladığımız
büyük bir bölgenin siyasi merkezi olan, önemini halen bölgenin en önemli
ekonomik merkezi olarak sürdüren dev bir metropolün, her gün milyonlarca
insanın farklı amaçlarla girip çıktığı fiili merkezi olduğunu hatırlamakta
yarar var. Meydanın, kentin tüm tarihsel birikimleri bir yana, özellikle 20.
yüzyılda, bir metropol halkının taleplerini seslendirme mekanı olarak
yüklendiği işlev kuşkusuz en çok önemsenmesi gereken boyut. Taksim Meydanı'nın su
maksemi ve mezarlıktan başlayan renkli ve bazı aşamalarda oldukça şaşırtıcı
öyküsü, özellikle Gezi'nin ve Atatürk Kültür Merkezi adını alan Opera'nın
oluşumu, meydanla ilgili projelerin gelişim sürecinde ve olaylarla birlikte
gündeme taşındığı aşamada sıklıkla konu edildi ve paylaşıldı. Ancak güncel kentsel
müdahalelerin ve artık varlığı kuşku götürmeyecek bir "yıkım
programı"nın içine oturacağı bir bağlam henüz yeterince tartışılmış değil.
Çukurova Apartmanı, Şişli, Rüknettin Güney, 1950. Yerini sahte tarihsel
bir otel yapısına terk etmekte olan Çukurova Apartmanı, modernizmin yeniden
gelişinin tanıklarından, kuşkusuz İstanbul'lu değerli yapan yapılardan biriydi.
Fotoğraf: Aras Neftçi, Mimarlar Odası
Arşivi.
İstanbul'un
"modern mimarlık mirası"na göz attığımızda yeni yüzyılın ilk
onyılında kenarda kalmış birkaç yapının cephesinin değiştirilmesi, kent içinde
kalmış cumhuriyet dönemi villalarının yerine çok katlı apartman bloğu yapmak
için yıkılması gibi olayların daha önceki dönemlere göre fazla sayıda olmadığı
görülecektir. Bu dönemin ilk büyük kaybı sayabileceğimiz Seyfi Arkan'ın
Talimhane'deki Ayhan Apartmanı'nı ortadan kaldıran neden, öncelikle konut
yapılarını konaklama işlevine dönüştürürken karşılaşılan plan ve kat yüksekliği
uyumsuzluğunun yarattığı bir baskı gibi algılanır. Henüz cumhuriyet dönemi
yapıları sistemli bir biçimde tescillenmeden ve "yıkarak yeniden
yapma" gibi dehşet verici bir tanımla yapılan operasyonlar kurullarca
yeterince denenmeden gerçekleşen bu örneğin yalnızca bir başlangıç olduğu 2010'ların
başında hızla ortaya çıktı. Sedad Eldem'in Teşvikiye'deki Bayan Firdevs
Apartmanı, ve Rüknettin Güney'in Şişli'deki Çukurova Apartmanı 2011-12
yıllarının modern mimarlık mirası adına önemli kayıpları arasında
sayılabilirler. Tescilliolmayan bu yapıların yeniden yapımı söz konusu
edilmediği gibi herhangi bir kurum tarafından bir fotoğraflı belgeleme gereği
bile duyulmadan ortadan kaldırıldılar. Rebii Gorbon'un yine Talimhane'de
Lamartin Caddesi köşesindeki Doğu Apartmanı ise bir yeniden yapım öyküsü
çerçevesinde yıkılmış durumda. Ortaya çıkan yapının ise bir yeniden yapım
olmadığı oldukça açık. Benzer bir durum da Divan Oteli'nde oluştu. Rüknettin
Güney'in anlaşıldığına göre zaten Abdurrahman Hancı renovasyonunda oldukça
değişim geçirmiş olan tasarımı, yeniden yapılmak üzere yıkıldı. Yeniden yapılan
Divan Oteli'nin de o eski Divan olmadığı kesin. Tarabya Oteli'nin de eski
Tarabya Oteli olduğunun kuşkulu olması gibi.
Divan Oteli, Rüknettin Güney, Avedis Hubeser, 1956. Yıkılan yapıya da çok
benzemeyen özgün yapı.
Bu
yıkımların 8 katlı bölgelerde herhangi bir ek kapalı alan kazancı olmaksızın
yapılması, temelde bir "koruma bilinci" eksikliğinin göstergesi. Bu
projeler, çoğunlukla yatırımcıların yüklenici kökenli, değilse de yüklenici
güdümünde olduğu "yüklenici egemen" bir konut/çevre üretim
anlayışının, mimarlığın indirgenmiş bir çizim hizmeti olduğu bir
"rant" ekonomisinin ürünleri. İçinde bulunduğumuz dönemde "yüklenici
egemen" çevre üretiminin, 1999 depremi sonrasındaki düzenlemeleri öne
çıkaran, oldukça bilinçsiz olan emlak değişim ortamında 1997 yönetmeliği öncesi
yapıları riskli sayan anlayışı yerleştirerek "modern mimarlık
mirası"nı fiilen geçersizleştirdiğini ve koruma olanağını neredeyse
tümüyle ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. 2012 tarihli Kentsel Dönüşüm
Yasası ise bütün bu olanaksızlıkları perçinleyerek zaman baskısına sokmakta.
Hızla ilerleyen kentsel dönüşüm süreci, yıkımı olağanlaştırma, hatta zaman
zaman bunun da ötesinde kutsallaştırmaktayken, yatırımcıların plansız bir rant
çılgınlığı içinde ekonomik rasyoneli çok kuşkulu yıkımlara da girişebildiği
görülmekte. Henüz birçok boş arsanın bulunduğu, ne altyapısı ne de kimliği
biçimlenmemiş Basın Ekspres yolu üstünde bir yüksek ofis yapısı olan Hürriyet
binasının yıkımı da bu çılgınlıklar arasında anılacak olsa gerek.
Ankara'ya
bakıldığında ise deprem tehdidi aynı ağırlıkta olmasa da, benzer bir yıkım
anlayışının geçerli olduğu görülebilir. Atatürk Bulvarı'ndaki bitişik düzen
yapılaşma daha az katlı olduğundan zaten 2000'lere gelmeden çoğunlukla yıkılmış
durumda. Konut yapılarındaki tehditlerden biri de tarihselleştirme soslu bir tektipleştirme
adına cephelerin değiştirilmesi. Öte yandan kamu arsalarını kamu finansmanı
için kullanan sistem, resmi yapıları ve kimi zaman endüstri mirası
niteliğindeki yapıları kolayca yok edebiliyor. Geçen günlerde yıkılan Su
Terazisi yapısı bunlara bir örnek olarak anılabilir.
Rant, tüm
örneklerde "koruma" kavramını önemsizleştiren temel faktör olarak ön
plandayken, modernizme olan imgesel karşıtlık da kimi zaman öne çıkabilmekte.
Son on yılda mimarlığa ilişkin resmi söylemleri belirleyen, her hangi bir temel
dayanmayan "yerel mimarlık" kavramı çoğu zaman biçimsel bir geçmişe
öykünme eğilimini anlatırken, kimi zaman güncel mimarlık anlamında modernlikle
de birlikte götürülebiliyor. Ancak modern mimarlık mirasına karşı her zaman bir
değersizleştirmeci tavır sezilebilmekte. Özellikle tarihsel çevre ya da
tarihsel yapı yakınlarındaki yapıların "sahte tarihselleştirilmesi"
her zaman revaçta, özellikle orta ölçekli kentsel konaklama yapılarının hakim
stili niteliğinde. Bu çerçevede bazı modern mimarlık mirası örneklerinin de
ortadan kaldırılması kolaylıkla gündeme gelebilmekte. Konya kent merkezindeki
70'ler mimarlığının düzeyli bir örneği olan Mevlana Kültür Merkezi, sudan bir
tramvay virajı genişletme bahanesiyle ortadan kaldırılabildi. Güncel modern
mimarlık ya da post-modern mimarlık güncel ihtiyaçlara uyarlanabilirken,
geçmişin modern mimarlığı, çoğu zaman erken cumhuriyet döneminin simgeleri
anlamında bir rahatsızlık kaynağı olarak gösterilebilmekte. Yine Ankara'da uzun
zamandır HSYK tarafından kullanılan, Rahmi Bediz ve Demirtaş Kamçıl tasarımı
olan eski TPAO Genel Müdürlüğü yapısının 2012'de ansızın yıkılmasında da
"yüklenici egemen" yaklaşımların yanında modernite karşıtı
önyargıların etkisi olsa gerek.
Son 3 yılın
yıkımlarının hatırı sayılır bir toplam oluşturduğunu gözlemek zor değil. Bu
yıkım seferberliğinin temel motivasyonun, yeni kentsel gelişim alanları
yaratmak konusunda tümüyle beceriksiz, plansız bir yönetim anlayışının
yarattığı "yüklenici egemen" yatırım kültürünün vahşi
"rant" kaygıları olduğu, bunun yer yer modernite karşıtı, tarihselci
bir sosla karşımıza çıktığını algılamak zor değil. Özellikle Ankara'da koruma
gündemini oluşturan temel sorunlardan biri olan Atatürk Orman Çiftliği'nin
parçalanarak yok edilmesinde olduğu gibi, bazı örneklerde yıkım kültürünün
ideolojik bir boyut kazanabildiği de görülüyor. AOÇ Bira Fabrikası'nın oldukça
düşük yoğunluklu bir bölgede olmasına karşın yıkılmak istenmesi, yalnızca
temsilin değil bazen işlevlerin de ideolojik temizlik projelerine konu
olabileceğini düşündürüyor. Bira Fabrikası'nın bulunduğu AOÇ, kuşkusuz 30'larda
biranın "milli içki" olarak yaygın tüketiminin özendirilmesi
öyküsünün ana mekanlarından biri. Bu konu ister istemez, "yüklenici
egemen" yaklaşım bir yana bırakılırsa, yıkılma nedeni pek fazla
açıklanamayan, Mallet-Stevens gibi çok özel bir mimarın Fransa dışındaki tek
eseri olarak tanınan Mecidiyeköy Tekel Likör Fabrikası'nı da hatırlatıyor. (Omay
Polat, 2011:58) Merdiven korkulukları ve bazı art-deco aydınlatma
armatürlerinin son aşamaya kadar korunduğu anlaşılan yapının, plan kurgusundan
başka özgün bir yanının kalmadığı söylenerek, altına otopark yapılmayacağı
özellikle vurgulanarak yıkılmasında da acaba ideolojik bir boyut mu aranmalı? İstanbul'da
daha yumuşak bir şekilde, Ramazan bayramlarında kahveyle birlikte likör ikram etmeyi
özendirerek alkol tüketimini yerleştirmenin anıları mıydı acaba temizlenmek
istenen?
Ankara'da
HSKY Binası'nın ardından yine Adalet Bakanlığı'na geçen eski Etibank Binası'nın
çok hızlı bir süreçte gelişen yıkımı da
kuşkusuz şaşırtıcı bir olay olarak değerlendirilmeli. Tuğrul Devres tarafından
tasarlanan, 1950'lerin uluslararası stilini yansıtan büyük boyutlu bir yapı
olan Etibank'ın oldukça keyfi görünen yıkımını açıklamak için de, mantık
sınırlarını zorlasa da bir anı temizleme operasyonu yardımcı olabilir gibi
görünüyor. Ulus'ta "Osmanlı Ankara'sını ihya" projesinin fazla öne
çıkmayan bir detayı olan Sümerbank yerine Taşhan'ın yeniden yapımı, hatta
altındaki Roma dönemi yapılarının ortaya çıkarılması gibi "uçuk"
fikirlerin dahi gündeme gelebildiği bir ortamda, belki bu tür anı silme
projelerinden söz edilebilir. Ancak dikkat çeken bir boyut da, daha çok, anı
silmeye konu edilenlerin dönemin önemli, "simge" yapıları değil daha
"savunmasız" ihmal edilmiş yapılar olması.
Taksim Gezisi, 40'lar: yalnızca Taksim Belediye Gazinosu tamamlanmış.
Gezi'deki
direnişin en kritik aşamasında gündeme gelen ve bugünden olayların gelişiminde
iktidar açısından önemli bir stratejik hata gibi gözüken AKM'nin yıkılarak
yerine "barok" bir opera yapılması konusunun ideolojik boyutu ise pek
örtülecek gibi değil. Burada açık bir modernite karşıtı yaklaşımın yanı sıra,
yapının işlev değil, ancak köklü bir plan ve kavram değişikliği ile kimliğinin
değiştirilmesinin amaçlandığı açıkça ortaya çıkmış oldu. Taksim'in biraz
tartışmalı landmark'ı Atatürk Kültür
merkezi ile aynı adı taşıyan, tehdit altındaki simgelerden, satılarak işlev
değiştirmek üzere olan Yalova Atatürk Arboretumu, yıkılarak yerine bir
arkeoloji müzesi yapılması gündeme gelen Ankara AKM ve belki biraz zorlamayla
Ataköy Plajı adını taşıyan Ataköy sahili alt alta listelendiğinde bu
algılanmakta güçlük çekilen ideolojik boyutun asli değilse de tamamlayıcı bir
işlev olarak algılanabileceği ortaya çıkıyor. Kuşkusuz bu durumun, adı kentsel
dönüşüm olsa da, yeni kentsel alanlar, dolayısıyla merkez dışı alanlarda rant
yaratma amacının gündemde olmadığı, planlamanın tümüyle rafa kalktığı, merkezi
kamu alanlarından çeşitli biçimlerde rant üretme kolaycılığının
"şehircilik" olarak adlandırıldığı bir anlayışın kaçınılmaz sonu
olduğunu unutmadan. Bu plansız "şehircilik"in sıra büyük kent dışı
operasyonlara geldiğinde, aynı mantıkla Atatürk Havalimanı'nı ortadan kaldırma
gibi oldukça şaşırtıcı ve birçok açıdan riskli bir sonuca gelmesi de bütün bunlara
çok paralel.
Spor ve Sergi Sarayı, 1949, Paolo Vietti-Violi,
Fazıl Aysu, Şinasi Şahingiray. Fotoğraf: www.doganhasol.net
Atatürk
adını taşıyan yapı ve alanlar çeşitli kentler ve dönemlere dağılmış, daha yakın
dönemlere yoğunlaşmış gibi görünürken İnönü adını taşıyan yapılarda ise zaman
ve mekan açısından bir yoğunlaşmadan söz edilebilir. Prost planıyla birlikte,
vali Dr. Lütfi Kırdar tarafından savaş yıllarında başlatılan imar faaliyeti,
Gezi'nin de önemli bir parçası olduğu, bugün Taksim Meydanı, Kültür Vadisi ve
Maçka Demokrasi Parkı adlarıyla tanımladığımız, aslında bütünsel bir proje olarak
oluşmuş olan bu alan, bugün çok fazla gündemde olmasa da, doğrudan İnönü
dönemini temsil ediyor. Çevresindeki önemli kültür ve spor yapılarının yer
aldığı, Prost'un 2 nolu Park olarak tanımladığı açık alan, 50'lerden başlayarak
önemli işgal ve yaralamalarla bütünlüğü, tramvayın kaldırılmasıyla toplu
taşınım ve yaya bağlantıları bozulmuş da olsa, halen Cumhuriyet dönemi
İstanbul'unun kalbini oluşturmakta. 1950'lerin ikinci yarısında DP
milletvekilliği ile Menderes İmarı'nı oldukça şaşırtıcı bir retorikle savunma
misyonunu yüklenmiş olan Sedat Çetintaş tarafından da hedef gösterilmeye
başlanmış oluşu oldukça ilginç. Bu saldırgan hedef gösterme Çetintaş'ın 1957
tarihli, Menderes imarının en iyi savunması olarak İnönü dönemine saldırdığı
Havadis makalesinin başlığında oldukça belirgin: "İnönü Villası, İnönü
Heykeli, İnönü Stadı, İnönü Gezisi: İşte İnönü Devrinin İmar (!) Faaliyeti
Budur". (Çetintaş, 2011:496) Çetintaş'ın ibretlik polemikleri Hilton'u
görmezden gelerek, Spor ve Sergi Sarayı ve Açık Hava Tiyatrosu gibi önemli
kültür işlevlerini önemsizleştirme işlevi görüyor ve 1959'da kentin bir başka
kültür odağı olan Taksim Belediye Gazinosu'nu ortadan kaldırarak yerine bir
başka "çağdaşlık simgesi gökdelen" dikmek üzere açılan Taksim
Turistik Oteli yarışmasına zemin hazırlıyor. İnşaatı 1968'e kadar geciken Taksim
Oteli, Sheraton Oteli olarak 75'te açıldıktan sonra alanın bütünlüğünü önemli
oranda kaybettiği söylenebilir. (Atasoy, 2013)
İnönü Stadı, Dolmabahçe,
1947, Paolo Vietti-Violi, Fazıl Aysu, Şinasi Şahingiray. Fotoğraf: Mimarlar Odası
Arşivi.
Taksim Meydanı ve Gezi, 60'lar: Hilton ve Divan Otelleri tamamlanmış,
AKM inşaat halinde.
Gezi'de
ortaya çıkan Türkiye'nin toplumsal yaşamında bir dönüm noktası oluşturacağı
düşünülen, kamusal alana sahip çıkma tepkisi, kuşkusuz kamu alanlarını rant
amaçlı bir dönüşüme açmaya yol açan "yüklenici egemen" yatırım
anlayışını fark ediyor ve bunu dile getiriyor. Bunun yanında algılayabildiğimiz
geçmişle ideolojik hesaplaşmaların ise toplumsal tepkilerde herhangi bir yeri olmadığını,
yapılara yüklenmiş bu kimliklerin güncel olarak üstlendikleri işlevler ve kente
katkılarının yanında neredeyse görülmediğini kabul etmek gerek. Gezi, yoğun bir
kullanımı olmadığı gibi, kısmen otopark işgalinde olsa da, bir kent merkezi
parkının, kamudan alıp bir rant projesine dönüştürmek isteyen bir "akıl
tutulması"na gösterilen kararlı bir tepkinin kente önemli bir buluşma
alanı kazandırmasına sahne oldu. Toplumun dinamizmi, bütün tahribat, ihmal ve
yok saymalara rağmen, unutulmuş gibi duran bu parkın değerini, dünya gündemine
oturacak düzeyde ortaya çıkardı. Yanı başındaki AKM'nin de ideolojik boyutu bir
kenarda tutularak, kente kazandırdığı değerleri, cephesi, salonları, saydam
fuayeleri ve en önemlisi üstlendiği kültürel buluşma işlevi ve hayatiyeti ile toplumca
yeniden sahiplenilmesini bekleyebiliriz.
Kaynaklar:
Atasoy, B. (2013) "Gezi Parkı Bütünlüğünü Nasıl Kaybetti?" Arkitera, 12 Haziran 2013 http://www.arkitera.com/haber/index/detay/gezi-parki-butunlugunu-nasil-kaybetti_/14974
Çetintaş,
S. (2011) İstanbul ve Mimari Yazıları,
Türk Tarih Kurumu.
Omay
Polat, E. (2011) "Modern Mirasın Metropole Özgü Koruma Sorunları:
İstanbul'da Modern Olmak", Mimarist 39 (Mart 2011) s. 55-60.
Metindeki tüm görseller için: sayfa 80-84: http://www.mimarist.org/.../3448-mimar-ist-guz-2013.html
Did a Disguised Demolition Policy
Bite on Granite in "Gezi"?
The
colorful and sometimes surprizing story of the Taksim square starting from the
water distributor and the cemeteries, especially the formation of the promenade
"Gezi" and the construction of the Ataturk Cultural Center has been widely discussed during the
development of the current projects and the reactions that had gained worldwide attention. However, the context of the current
urban interventions and the rather astonishing
"demolishing
program" have not been fully covered yet. The current projects demolishing
of major examples of architectural heritage of the modern movement can be
generally considered as the outcome of a contractor-dominant investment
culture, making use of the regulations after the 1999 earthquake and the recent
"urban transformation law" urging the situation bluntly.
While
urban rent appears to be the basic factor in disregarding any preservation concerns, mostly an anti-modern
attitude with a "fake historicity" sauce is also visible. Apart from
the rent economy, more ideological problems seem to be apparent in Ataturk
Cultural Center in Taksim square and more examples in Ankara, such as the huge
recreational area named Atatürk Forest Ranch. Added
to this are the area
associated with name of Inonu, the second president, which seem to be
concentrated as a large cultural and recreational campus at the heart of 20th
century Istanbul, including the Taksim square and "Inonu Gezi", as
well as the Inonu Stadium and the so called "culture valley".
However,
although some ideological aspects of the subject can be revealed, the dynamic motive of the reactions and the "resistance" seem
to be more related with the liveliness provided by the buildings and open
areas, especially in "Gezi" where a neglected and almost forgotten
green area did attain the role of a very lively meeting
place for the city.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder