Rıfat Akbulut - Zafer Akay
Burhan Arif Ongun,
“3. Pırlanta İnsan” olarak adlandırdığı Le Corbusier’i “hocalarımın en
sonuncusu ve başlar tacıdır” şeklinde tanımlar (Ongun,14). Le Corbusier meslek
yaşamını gerçekleştirdiği XX. yüzyılın başta gelen mimarlarından biri belki de
birincisi ama aynı zamanda bir sanatçı, şehirci, tasarımcı, tasarım ve sosyal
kuramcıdır. Le Corbusier, tasarım ve yaratmayla öylesine bütünleşmiş bir yaşamı
örneği sunarki, ünlü gözlükleri hatta ismi bile kendi tasarımıdır. Öyle
görülüyorki, ölümünden 46 yıl sonra bile hala etkisi sürmekte ve hala hakkında
yeni değerlendirmelere ilham vermeye devam etmektedir.
Şark’tan Dönüş
Le Corbusier Şark’tan “mimar” olarak geri dönmüş, Şark’ta
mimarlığın sırrını çözmüştür (Tanju, 2003; 127). Şark’ta muhtemelen Tanrı’nın
kentini bulmuş ve onu incelemiştir. Örneğin, Mimarlık Öğrencileri ile Söyleşi
adlı eserinde şöyle der: “Arazi, mimari kompozisyonun temelidir. Bunu
1911’de arkamda sırt çantası ile Prag’dan Anadolu’ya kadar gittiğim uzun
yolculuk sırasında öğrendim.” (Le Corbusier,2007;37). Bir yazar da Le
Corbusier’nin Cezayir, Türkiye ve Yunanistan’da gerçek vatanını bulduğunu
belirtir (Gerber,1994;376). Le Corbusier’nin “Doğu Seyahati” ve bu seyahatin
üzerindeki etkisinin bir dizi gençlik seyahati arasında Batı yazınında görece
göz ardı edildiği ya da daha mütevazi değerlendirildiğini söylemek mümkündür.
Aslında Le Corbusier’nin de Türkiye ilgisi yaşam boyu devam etmez. Alacağını
almış, öğreneceğini öğrenmiştir. Türkiye ve Şark öyle anlaşılıyor ki, Le
Corbusier’nin gelecek tasavvurları içinde yeri yoktur. Le Corbusier’nin yaşam
süresi içinde döneminin güncel gelişmeleri bağlamında Sovyetler’e, teknoloji ve
akılcılık yönünden her zaman ilgi ve esin (hatta hayranlık ?) kaynağı olarak
gördüğü A.B.D.’ye ilgisini sürdürürken, bu iki yer dışındaki kültür ya da
coğrafyalara ilgisinin kendisine sunduğu tasarım ve uygulama fırsatı bağlamında
ortaya çıktığı da bir iddiadır (Tanyeli, 2003; 115).
Genç Charles-Edouard Jeanneret’den Le Corbusier’ye
uzanan yolda Şark Seyahati’nin etkisi ve katkısı ne olmuştur ? Yaşamının geri
kalanında bu büyük ustanın Türkiye ile olan ilgisi ve ilişkilerinin zayıflığı
göz önüne alındığında bu seyahat Le Corbusier’nin yaşamını ve eserlerinin ne
ölçüde etkilemiştir ? Le Corbusier
“L'Art décoratif d'aujourd'hui” adlı eserinde bu yolculukla ilgili şu değerlendimelerde
bulunur:
“Şöhretleri
dünyayı tutmuş ancak hala bozulmamış ülkelerin kır ve kentlerini içine alan, belirleyici
bir seyahate kalkıştım: Prag’dan başlayarak, Tuna’yı katettim, Sırp Balkanları’nda
yaşadım, ardından Romanya, daha sonra Bulgaristan Balkanları, Edirne, Marmara
Denizi, İstanbul (ve Bizans), Asya’daki Bursa.
Ve sonra Aynaroz
(Athos).
Ve ardından
Yunanistan….
Sonra
Pompei ile birlikte İtalya’nın güneyi.
Roma.
İnsan
aklının zaferi olan, büyük ebedi anıtlar gördüm. Özellikle Akdeniz’in karşı
konulmaz çekiciliğine teslim oldum…Türkiye’nin Edirnesi, Bizans’ın Ayasofya’sı
ya da Selanik’i, Bursa’nın Pers sanatı. Parthenon, Pompei, Kolezyum. Mimarlık
kendini bana gösterdi. Mimarlık biçimlerin ışıkla muhteşem bir oyunudur.
Mimarlık insan düşüncesinin uyumlu bir dizgesidir. Mimarlığın süsleme ile
alakası yoktur. Mimarlık büyük eserlerdedir, zamanın miras bıraktığı mutantan
ve zor, fakat aynı zamanda küçük bir viranededir, bir bahçe duvarında,
matematiksel bir ilişkinin oluşturulabileceği kadar geometri içeren bütün âlî
ya da mütevazi nesnelerdedir…Burada eser, halk sanatlarında arınarak bizde
evrensel liyakate sahip, bütün insanların kalp dillerine ait bir tip düşünce
uyandırır… Sırt çantasıyla, yolun akışına teslim olmuş, yürüyerek, at sırtında,
gemiyle, otomobille…yaklaşık bir yıl süren bu uzun yolculuğun yahut serbest bir
hac ziyaretinin ardından yepyeni bir yüzyılın orada olduğunu anladım…” (Le
Corbusier,1925)
Genç Jeanneret Doğu Seyahati’nden dönüşünde “sır
ortağı” William Ritter’e yazdığı mektubunda önseziyle dolu şu ifadelere yer
verir: “Hepimiz yokolduğumuzda… bizlerden geriye Kolezyum, hamamlar, Akropol
ve camiler kalacak ve Jura’nın tepeleri onlar için deniz kadar güzel bir
çerçeve oluşturacak. Bizden çok sonra gelecek gençler de kendi ateşlerini
yakacaklar” (Gerber, 1994; 371). Bu yolculuğun
ardından Le Corbusier uzun bir düşünme sürecine girecek, 1914-1918 arası
Doğu’dan öğrendiklerini ve Gelecekçi yaklaşımların ilk izlerini yansıtan bir
kaç mimari uygulama dışında, 1918-1922 arasında modern mimaride saflaştırma
kuramı ve resimle ilgilenecektir.
Le
Corbusier'in Şehirciliği: Çağdaş Kentin Konutları
Şehir, şehircilik
ve şehir planlaması daha başından itibaren düşünce ve uygulamalarında başat bir
yer işgal etmesine karşın, Le Corbusier’nin operasyonel, pratik bir şehircilik
bilgisi ve anlayışından oldukça uzak olduğu, bunun yerine şehir ölçeğindeki
çalışmalarının çoğunlukla düşünsel düzeyde kaldığı ve özellikle de bu düzeyde
etkileyici olduğu söylenebilir. 1920’lerde "Bahçe Şehir" yaklaşımı
ile Weimar döneminin bir ürünü olan “Siedlung” yaklaşımları arasındaki
karşıtlık pek yatışmamışken, toplu konut kavramının anlaşılması ve
kabullenilmesi, Heidegger'in "iskan" (wohnen) kavramı çevresindeki
tepkisi gibi büyük zorluklarla karşı karşıyayken, Le Corbusier'in "Çağdaş
bir Kent" ve "Işıyan Kent" (Ville Radieuse) projeleri,
şehircilik alanında devrim niteliğinde önerilerdi ve böyle de algılandılar. Le
Corbusier'in radikal düşünceleri, en azından "Nazi harici" dünyanın
kentlerinde konut yerleşkesi ve apartman kavramlarının yerleşmesinde önemli rol
oynadı ve "toplumcu" toplu konut deneyimleri için temel örneği
oluşturdu. Ancak Le Corbusier'in üç yandan duvarla çevrili, "topraktan
koparılmış megaronları", sınırlı bir gün ışığı sunmaktaydı. Üstelik çift
yönlü yerleştirilen devasa kütlelerdeki konutların doğu ya da batı yönlenmeleri
de, gerek Taut gerek Bauhaus çevresinin güney yönlenme ilkesi karşısında
oldukça tartışmalıydı.
Sonuçta Le
Corbusier'in plastik etkisi hayranlık uyandıran Ronchamp vb "romantik
projeleri" mimarlığın boyutunu değiştirirken, aynı plastik etkileri
taşıyan megablokları, şehircilik açısından tartışmalı, çılgın fikirler olarak
tanımlanmak durumundaydı ve dünyanın önemli bir kısmı da onu izlemek şanssızlığında
bulundu. Wright, Neutra, Mies'inkiler gibi Le Corbusier'in ileriki dönemlerdeki
villaları modern mimarlığın kanonik örneklerini oluşturmaya devam ederken,
başka öncüler tarafından ve özellikle A.B.D'de pek paylaşılmayan "unité
d'habitation"lar sadece Doğu Avrupa'daki şanssız bazı izleyicilerini
tuzağa düşürmüş oldu. Le Corbusier'in yalnız olduğu bir başka konu da kentlerin
bölgelenmesindeki (zoning) aşırı fikirleri olmuştur. Tony Garnier'in "Sanayi
Kenti"nde kirletici endüstri alanlarının ayrıştırılması düşüncesi, Le
Corbusier ile kent yapısını oldukça keyfi, belki daha çok plastik nedenlerle
"bölgeleme" anlayışına dönüşür. Bu düşüncelerin kurbanlarından en
önemlisi Chandigarh gibi durmaktadır. Kısmen gerçekleştirilmiş olan Chandigarh'da
"yönetim alanı" görünüşe göre tümüyle plastik nedenlerle kentten ve
kentin gündelik yaşamından koparılmıştır.
Le Corbusier'in
yönetsel ve ticari alanların ayrıştırılması düşüncesinde İstanbul ve Bursa
çarşılarının etkisi var mıydı? "Doğu Gezisi"nde bu sorunun yanıtına
pek rastlanmaz. Ancak bilinen o ki "çarşı" Le Corbusier için
İstanbul'un en hoş yanlarından biri değildir. Hayran olmaktaki bütün
kararlığına karşın "çarşı" hakkında fazla olumlu bir şey
söylemeyecektir.
Modern
Mimarlığın
İlkeleri
Öte yandan, mimarlıktan söz edildiğinde Doğu’daki
deneyimlerinin önemli olduğunu düşündürecek pek çok ipucu bulunabilmektedir.
Ünlü 5 ilkenin, betonarmenin ve çerçeve sistemin mantığından kaynaklanan ikisi,
serbest plan ve serbest cephe ilkeleri dışındaki 3 ilkenin "Doğu Gezisi"
ile ilişkisi kurulabilmektedir. Aslında bu ilişki, anlaşıldığına göre sözel
olarak Türkiye'de mimarlar arasında 30’lardan bu yana konuşulmakla birlikte,
yalnızca Sedad Hakkı Eldem tarafından açıkça dile getirilmiştir. 80’lerin
başında kaleme alınmış gibi görünen ancak Eldem'in daha çok 1930’ların
sonundaki "milli mimarlık" ya da "yerel mimarlık"
konusundaki görüşlerini yansıtan "Türk Evi" başlıklı metinde Le
Corbusier, Wright ile karşılaştırılmış, Wright'ın Uzak Doğu'dan ilham alması
gibi, Le Corbusier'in de Türkiye'den çok ilham aldığı" belirtilmiştir. Bu konu her şeyden önce "pilotis"
ilkesini ilgilendirir. Eldem'e göre Le Corbusier: "Evleri daima ayaklar
üstünde kurar, zemin katını
oturma için kullanmaz, oturma katı birinci kattır. Tıpkı bizdeki gibi... Zemin
katında garaj, depo ve taşlık gibi yerler vardır. Bizdeki arabalık, taşlık ve
depolar gibi."
(Eldem, 1983; 19) "Doğu Gezisi"nde ne
"taşlık" hakkında ne de yükseltilmişlik (fevkanilik) ilkesi hakkında
herhangi bir bahis, ya da eskiz bulunmaz. Bir konak ya da tipik bir evin iç
avlusunun anlatımına da pek rastlanmaz. Ancak genç gezginin bu konularda belli
fikirler edinmiş olması oldukça olasıdır. Bu konudaki deneyimleri hakkında
oldukça belirsiz ipuçları vardır: "Konak, yani ahşap Türk evi mimari bir şaheserdi... (Theophile
Gautier kitabının her sayfasında bunun bir tavuk kümesi olduğunu yazmıştı)."
(Le Corbusier, 2009; 126)
Le Corbusier'in İstanbul konaklarına duyduğu
hayranlık çok açıktır. Bu hayranlık daha sonraki İstanbul planlaması ile ilgili
olarak da kendisi tarafından dile getirilmiştir (Demiren,1949). Bu konularda
fikir sahibi olması akla yakın görünmektedir. Ancak "Doğu Gezisi"
metni, camiler, mezarlıklar, çarşı ve hatta kahvehaneler hakkında oldukça canlı
betimlemeler içerirken, konutlar hakkındaki detay ancak bir eskizin altına
yazılabilecek bir cümleyle sınırlıdır. Olasılıkla genç gezginin konutların
içini tanımlayabilecek deneyimleri olmamıştı. Ancak uzaktan da olsa konağın içe
dönük yapısını belirli bir düzeyde algılayabilmiş olduğunu düşünmek akla
yatkındır. Daha az tartışmalı bir konu ise 30’lardaki
genç Türk mimarlarının tanımladığı ismiyle "mantıki pencere", ya da
uzunlamasına penceredir. Yine Eldem'in anlatımıyla "pencereler alçaktır. Ufki bir istikamette
birbirine mümkün olduğu kadar yaklaşmak üzere dizilmiş; manzaranın ve ufkun hatlarına
uyarlar."
(Eldem, 1983; 19-20). Aslında bu konuda "Doğu
Gezisi"nde doğrudan bir bahis yok ise de, Le Corbusier'in Boğaz’daki
yalıları oldukça yakından izlediğinin kanıtları vardır. Bu yalıların pencere
düzenlerini anlatan birkaç eskiz de konuya ilişkin fikir verebilmektedir. Genç
gezginin sıra pencereleri fark etmemesi olanaksızdı.
Eldem daha tartışmalı olarak görülebilecek teras
çatılar ya da teras bahçeleri konusunda da çarpıcı görüşler ileri sürer: "Binanın etrafında bol ve geniş
taraçalar vardır. Bunlar üst kattadır; bizdeki hayatlar gibi... Bu taraçalar
doğrudan doğruya bahçe veya avluya bağlanmıştır." (Eldem, 1983; 19) Villa Savoye'un terasının üstü açık bir
"hayat" olarak yorumlanması oldukça ilginç bir yaklaşım olmalı.
Bahçeye bağlanan hayat ise Kızanlık eskizlerinde dikkati çeker.
"Hayat" da "Doğu Gezisi" metninde doğrudan konu edilmemekle
birlikte, Le Corbusier tarafından ilgiyle izlendiği düşünülebilecek bir
mekansal anlayış olmalıdır. Ancak İstanbul ve Bursa'nın tüm hayatları üstü
kapalı mekanlardır.
Sözel gelenek ise
teras bahçeyi daha çok gezinin İstanbul
sonrası aşamasında Parthenon'a ulaşma yolunda adalarda rastladığı bir unsur
olarak tanıma eğilimindedir. Böylece modernizmin popülerleşmesinde ve aslında
işlevselliğindeki temel sorun olan, iklime uymama eleştirisinin kaynağı,
kübikliğin nedeni "teras çatı"nın sorumluluğu İstanbul'a yüklenmez.
Eğer Le Corbusier Ege adalarından geçmek yerine İstanbul'dan geri dönmüş
olsaydı, modern mimarlık 5 ilkesinin birinden mahrum kalarak belki daha uzun
ömürlü olabilecekti. Kuşkusuz
teras çatı tümüyle Le Corbusier'in katkısı sayılamazdı. Aslında dönemin
tartışmaları arasında, çatı ve özellikle saçaktan vazgeçmek istemeyen
Mongeri'nin savunması oldukça ilginçtir. Öğrencisi Burhan Arif'in kübik
projelerini eleştirirken bu tür yapılaşmanın, güneşsiz Orta Avrupa'ya uygun
olduğunu ileri süren Mongeri, böylece saçağın yağmurdan çok, güneş kontrolüne
ilişkin bir öğe olduğunu ileri sürmüştür (Zeki Sayar ile yayınlanmamış söyleşi).
Le
Corbusier'in Doğu
Gezisi Sonrasındaki Projeleri:
Doğu Gezisi’nden dönüş Le
Corbusier'in kariyerinin çok erken bir aşamasıdır. Dönüşünden başlayarak
Paris'teki ilk çalışmalarına uzanan bir sürecin, mimarın özellikle İstanbul
deneyimlerini uzun bir süreçte yansıtması oldukça ilginçtir. Belki bundan daha
ilginç olan ise Eldem sayesinde bize oldukça mantıklı görünen bu esinlenme
açıklamalarının Le Corbusier tarih yazımında herhangi bir yeri olmayışıdır.
Maison Blanche |
Maison Blanche |
Villa Schwob |
Villa Savoye |
Paris'teki ilk
işlerinden olan 1923 tarihli Villa La Roche-Jeanneret
ve 1924 tarihli Fruges konutları "pilotis" düşüncesinin ilk
uygulamaları sayılabilir. Fruges'teki Dom-Ino konutları aynı zamanda Eldem'in
sözünü ettiği kısmen örtülü "hayat" benzeri teraslara da iyi bir
örnek sayılabilir. Bu durumda Dom-Ino Le Corbusier'in ilk "Türk Evi"dir. Aynı yılların
bir ürünü olan L'Esprit Nouveau Pavyonu ve 1928 tarihli Villa
Stein-de Monzie Eldem'in sözünü ettiği bahçeye açılan teraslara örnek
oluştururlar. Weissenhofsiedlung konutları, özellikle Citrohan Evi
"pilotis" ve "hayat" kavramlarının uygulanmasının mükemmel
temsilcileridir. Citrohan Evi ayrıca fevkanilik ilkesini de uygular görünür.
Bütün bu kavramların doruğu ise kuşkusuz 1928’de tasarladığı Villa Savoye
olmalıdır.
1930larda Türkiye'den Yorumlar
Kuşkusuz bütün bu yapıtlar ve düşünceler 30’ların başında Arkitekt
çevresinde toplanan genç mimarlar tarafından yakından izlenmiş olmalıdır. Le
Corbusier, Mimar / Arkitekt dergisinde, özellikle ilk yıllarda önemli yer
tutar. Mimar'ın yayınından önce Muhit dergisinde "Mösyö Jak'ın Asri
Villası" başlığıyla Le Corbusier'i tanıtmaya başlayan Samih Saim, Mimar'ın
ilk sayısında onu "gerçek bir inkılapçı" olarak tanımlar (Samih
Saim,1931). Zeki Sayar ve Faruk Çeçen de aynı yıllarda Le Corbusier'in
kavramlarını gündeme getirirler. Bu dönemde, Le Corbusier'in yayınlanan ilk
kitaplarında yer alan İstanbul eskizleri ile "Doğu Gezisi"nden
haberdar olan genç mimarların, Eldem'in bahsettiği türde bir esinlenmeden söz
etmeye başlamış olmaları olasıdır. Burhan Arif Ongun'un o yıllarda Le Corbusier
ile çalışmış olması da kuşkusuz çok önemli bir bilgi kaynağıdır. Ancak Le
Corbusier'in İstanbul'a ilgisi ve sevgisini 70’lerde kaleme aldığı anılarında
sıkça dile getiren Ongun, bu esinlenme konusunda herhangi bir imada bulunmaz.
1933'te Behçet ve Bedrettin imzasıyla yayınlanan "Mimarlıkta İnkılap" başlıklı yazı Villa
Savoye'un bir fotoğrafı altında yer alan bir cümle ile başlar (Behçet ve Bedrettin, 1933). Villa Savoye'u
mimarlıktaki yeni fikirlerin sembolü olarak kullanırken, doğrudan Eldem'in
sözünü ettiği türde bir esinlenmenin nesnesi olarak görmemiş olsalar da,
özellikle Avusturyalı mimar Holzmeister'in yapıtlarını kastettikleri biçimci
yerellik yaklaşımının karşısında bir yer vermek istemekteydiler. Belki Le
Corbusier'in buradaki tipolojik yaklaşımında, bugün bizi oldukça şaşırtacak
biçimde, modern mimarlık ilkelerinde Türkiye için savunulabilecek bir
yerelliğin ipuçlarını görmekteydiler. Behçet Ünsal daha sonraki yazılarında da
benzer bir yaklaşımı sürdürürken, daha ulusalcı bakış açısıyla yaklaşan
Aptullah Ziya Kozanoğlu da olasılıkla bu tür düşüncelerin etkisi altında Le
Corbusier'in Weissenhof Siedlung'daki evlerini "milli karakteri yansıtan
bir eser" olarak tanımlar (A. Ziya, 1934; 54)
Mimar / Arkitekt
dergisindeki bu tür referanslandırma ve zaman zaman rastlanan spekülatif
değerlendirmeler bir yana, Le Corbusier'nin kendisi de birkaç stratejik noktada
"Doğu Gezisi"ne referansla Türk mimarlığı hakkında değerlendirmelerde
bulunmuştur. Bunlardan önemli görünen birisi, özellikle camilerdeki temel
formlara dayalı kütle kurgusunun "pürist" felsefesinin referansı
oluşudur. "Doğu Gezisi"nin Fransa'da yayınlandığı sırada yine Behçet
Ünsal tarafından kaleme alınan bir yazı (Ünsal, 1966, 74-76) ve Enis Kortan'ın
ilk kez 1983'te yayınlanan kitabı bu başlıkları ele alırlar. Bir başka önemli
referans ise Yeşil Cami'nin içten dışa kurgulanmış olmasıdır.
Sonuç olarak, Le
Corbusier'in modern mimarlık
ilkelerinin oluşumunda, "Türk Evlerinden" bilinçli veya bilinçsiz
esinlenmeleri, oldukça spekülatif konular olarak yer alırken, Osmanlı kamusal
mimarlığından açık ve belirtilmiş etkilenmelerine "Doğu Seyahati"nin
görsel belgeleri de tanıklık eder.
KAYNAKÇA
Aptullah Ziya; (1934) “Sanatta Nasyonalizm”, Mimar
4/1934, No. 2, s. 54.
Behçet ve
Bedrettin; (1933) “Mimarlıkta İnkılap”, Mimar 3, 8/1933, s. 245-247.
Cansever, Turgut; (2003) “Le Corbusier Hala Güncel
mi ?” Tartışma Paneli. Sanat Dünyamız. No.87, s. 97-108.
Demiren,
Şemsa; (1949) “Le Corbusier ile Mülakat”, Arkitekt 11-12/1949, s. 230-231.
Eldem,
Sedad Hakkı; (1983) “Türk Evi, Sedad Hakkı Eldem: 50 Yıllık Meslek Jübilesi”.
MSÜ. İstanbul.
Engels, F.; (1845, 1997) “İngiltere’de Emekçi
Sınıfının Durumu”, Sol Yayınları. İstanbul.
Gadel,
Cara Anne; (2007) “Émile Souvestre: Breton, Christian, and Republican in
Nineteenth Century France”; (Yüksek Lisans Tezi). University of Maryland.
Gerber, Alex; (1994) “Le Corbusier et le mirage de
l'Orient. L'influence supposée de l'Algérie sur son œuvre architecturale”;
içinde Revue du monde musulman et de la Méditerranée;
Figures de l'orientalisme en architecture. N°73-74. s.363-378.
Kınık, R. Z.; (1978) “Late 19th. and 20th. Century Artists and
Movements”; ODTÜ. Ankara.
Kortan, E.; (1983) “Le Corbusier
Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği”; ODTÜ. Ankara.
Kortan, E.; (1991) “Le Corbusier Gözüyle Türk
Mimarlık ve Şehirciliği-Turkish Architecture and Urbanism Through the Eyes of
Le Corbusier”; ODTÜ. Ankara.
Le Corbusier; (2007) “Mimarlık Öğrencileri ile
Söyleşi” (Türkçesi: Samih Rıfat); Yapı Kredi Yayınları.İstanbul.
Le Corbusier; (1925) “L'Art décoratif
d'aujourd'hui” (Günümüzde Süsleme Sanatları); Éditions G. Crès, Paris.
Le Corbusier (Ch.-E. Jeanneret); (1987) “Voyage
d’Orient. Carnets”; Mondadori Electa, Fondation Le Corbusier. Milano.
Ongun, Burhan Arif; (1978 ?) “Yedi Pırlanta İnsan”.
Osmanlı Matbaası. İstanbul.
Petit, J.; (1965) “Le Corbusier Lui-Même”; Editions
Rousseau. Cenevre.
Samih Saim; (1931) “Lö Korbuziye’nin Muasır Şehri”, Mimar 1, 2/1931, s. 44-48.
Spengler, O.; (1923, 1976) “Le Déclin de
l’Occident, esquisse d’une morphologie de l’histoire universelle”; Vol. 1. NRF
Gallimard. Paris.
Tanyeli, Uğur; (2003) “Bir Sağırlar Diyaloğu: Le
Corbusier’den Türkiye’ye, Türkiye’den Le Corbusier’ye”; Sanat Dünyamız. No.87.
s.111-121.
Tisdall, C.;
Bozzolla, A.; (1993) “Futurism”; Thames and Hudson.
Londra.
Ünsal,
Behçet; (1966) “Le Corbusier Kalemiyle Türk Sanatı ve İstanbul”, Arkitekt 2/1966, s. 74-76
Burada yayınlanan kısa versiyon, son bölümleri kapsıyor. Yazının tamamı:
M. Rıfat
Akbulut - Zafer Akay, "Jeanneret
Harikalar Diyarında: Le Corbusier'in Doğu Yolculuğu ve İstanbul" Sosyal Bilimler,
MSGSÜ SBE Dergisi 8/2013, s. 81-93.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder