3 Mayıs 2015 Pazar

Jeanneret harikalar diyarında: Le Corbusier ve Şark’a seyahat



Rıfat Akbulut - Zafer Akay


Burhan Arif Ongun, “3. Pırlanta İnsan” olarak adlandırdığı Le Corbusier’i “hocalarımın en sonuncusu ve başlar tacıdır” şeklinde tanımlar (Ongun,14). Le Corbusier meslek yaşamını gerçekleştirdiği XX. yüzyılın başta gelen mimarlarından biri belki de birincisi ama aynı zamanda bir sanatçı, şehirci, tasarımcı, tasarım ve sosyal kuramcıdır. Le Corbusier, tasarım ve yaratmayla öylesine bütünleşmiş bir yaşamı örneği sunarki, ünlü gözlükleri hatta ismi bile kendi tasarımıdır. Öyle görülüyorki, ölümünden 46 yıl sonra bile hala etkisi sürmekte ve hala hakkında yeni değerlendirmelere ilham vermeye devam etmektedir.

 
XX. yüzyıl başında İstanbul’dan mahalle. Sanayi toplumuna uygun bir yaşam çevresi olmasa da keşfetmek, esinlenmek ve öğrenmek için bir çok ilke barındıran, bir anlamda hala yeryüzünde “Tanrı’nın kenti” denebilecek “doğru”  bir örnekti (Kaynak: Kortan; (1983) “Le Corbusier Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği ).
Şark’tan Dönüş
Le Corbusier Şark’tan “mimar” olarak geri dönmüş, Şark’ta mimarlığın sırrını çözmüştür (Tanju, 2003; 127). Şark’ta muhtemelen Tanrı’nın kentini bulmuş ve onu incelemiştir. Örneğin, Mimarlık Öğrencileri ile Söyleşi adlı eserinde şöyle der: “Arazi, mimari kompozisyonun temelidir. Bunu 1911’de arkamda sırt çantası ile Prag’dan Anadolu’ya kadar gittiğim uzun yolculuk sırasında öğrendim.” (Le Corbusier,2007;37). Bir yazar da Le Corbusier’nin Cezayir, Türkiye ve Yunanistan’da gerçek vatanını bulduğunu belirtir (Gerber,1994;376). Le Corbusier’nin “Doğu Seyahati” ve bu seyahatin üzerindeki etkisinin bir dizi gençlik seyahati arasında Batı yazınında görece göz ardı edildiği ya da daha mütevazi değerlendirildiğini söylemek mümkündür. Aslında Le Corbusier’nin de Türkiye ilgisi yaşam boyu devam etmez. Alacağını almış, öğreneceğini öğrenmiştir. Türkiye ve Şark öyle anlaşılıyor ki, Le Corbusier’nin gelecek tasavvurları içinde yeri yoktur. Le Corbusier’nin yaşam süresi içinde döneminin güncel gelişmeleri bağlamında Sovyetler’e, teknoloji ve akılcılık yönünden her zaman ilgi ve esin (hatta hayranlık ?) kaynağı olarak gördüğü A.B.D.’ye ilgisini sürdürürken, bu iki yer dışındaki kültür ya da coğrafyalara ilgisinin kendisine sunduğu tasarım ve uygulama fırsatı bağlamında ortaya çıktığı da bir iddiadır (Tanyeli, 2003; 115).

Genç Charles-Edouard Jeanneret’den Le Corbusier’ye uzanan yolda Şark Seyahati’nin etkisi ve katkısı ne olmuştur ? Yaşamının geri kalanında bu büyük ustanın Türkiye ile olan ilgisi ve ilişkilerinin zayıflığı göz önüne alındığında bu seyahat Le Corbusier’nin yaşamını ve eserlerinin ne ölçüde etkilemiştir ?  Le Corbusier “L'Art décoratif d'aujourd'hui” adlı eserinde bu yolculukla ilgili şu değerlendimelerde bulunur: 

“Şöhretleri dünyayı tutmuş ancak hala bozulmamış ülkelerin kır ve kentlerini içine alan, belirleyici bir seyahate kalkıştım: Prag’dan başlayarak, Tuna’yı katettim, Sırp Balkanları’nda yaşadım, ardından Romanya, daha sonra Bulgaristan Balkanları, Edirne, Marmara Denizi, İstanbul (ve Bizans), Asya’daki Bursa.
Ve sonra Aynaroz (Athos).
Ve ardından Yunanistan….
Sonra Pompei ile birlikte İtalya’nın güneyi.
Roma.
İnsan aklının zaferi olan, büyük ebedi anıtlar gördüm. Özellikle Akdeniz’in karşı konulmaz çekiciliğine teslim oldum…Türkiye’nin Edirnesi, Bizans’ın Ayasofya’sı ya da Selanik’i, Bursa’nın Pers sanatı. Parthenon, Pompei, Kolezyum. Mimarlık kendini bana gösterdi. Mimarlık biçimlerin ışıkla muhteşem bir oyunudur. Mimarlık insan düşüncesinin uyumlu bir dizgesidir. Mimarlığın süsleme ile alakası yoktur. Mimarlık büyük eserlerdedir, zamanın miras bıraktığı mutantan ve zor, fakat aynı zamanda küçük bir viranededir, bir bahçe duvarında, matematiksel bir ilişkinin oluşturulabileceği kadar geometri içeren bütün âlî ya da mütevazi nesnelerdedir…Burada eser, halk sanatlarında arınarak bizde evrensel liyakate sahip, bütün insanların kalp dillerine ait bir tip düşünce uyandırır… Sırt çantasıyla, yolun akışına teslim olmuş, yürüyerek, at sırtında, gemiyle, otomobille…yaklaşık bir yıl süren bu uzun yolculuğun yahut serbest bir hac ziyaretinin ardından yepyeni bir yüzyılın orada olduğunu anladım…” (Le Corbusier,1925)

Genç Jeanneret Doğu Seyahati’nden dönüşünde “sır ortağı” William Ritter’e yazdığı mektubunda önseziyle dolu şu ifadelere yer verir: “Hepimiz yokolduğumuzda… bizlerden geriye Kolezyum, hamamlar, Akropol ve camiler kalacak ve Jura’nın tepeleri onlar için deniz kadar güzel bir çerçeve oluşturacak. Bizden çok sonra gelecek gençler de kendi ateşlerini yakacaklar” (Gerber, 1994; 371). Bu yolculuğun ardından Le Corbusier uzun bir düşünme sürecine girecek, 1914-1918 arası Doğu’dan öğrendiklerini ve Gelecekçi yaklaşımların ilk izlerini yansıtan bir kaç mimari uygulama dışında, 1918-1922 arasında modern mimaride saflaştırma kuramı ve resimle ilgilenecektir.


Le Corbusier'in Şehirciliği: Çağdaş Kentin Konutları

Şehir, şehircilik ve şehir planlaması daha başından itibaren düşünce ve uygulamalarında başat bir yer işgal etmesine karşın, Le Corbusier’nin operasyonel, pratik bir şehircilik bilgisi ve anlayışından oldukça uzak olduğu, bunun yerine şehir ölçeğindeki çalışmalarının çoğunlukla düşünsel düzeyde kaldığı ve özellikle de bu düzeyde etkileyici olduğu söylenebilir. 1920’lerde "Bahçe Şehir" yaklaşımı ile Weimar döneminin bir ürünü olan “Siedlung” yaklaşımları arasındaki karşıtlık pek yatışmamışken, toplu konut kavramının anlaşılması ve kabullenilmesi, Heidegger'in "iskan" (wohnen) kavramı çevresindeki tepkisi gibi büyük zorluklarla karşı karşıyayken, Le Corbusier'in "Çağdaş bir Kent" ve "Işıyan Kent" (Ville Radieuse) projeleri, şehircilik alanında devrim niteliğinde önerilerdi ve böyle de algılandılar. Le Corbusier'in radikal düşünceleri, en azından "Nazi harici" dünyanın kentlerinde konut yerleşkesi ve apartman kavramlarının yerleşmesinde önemli rol oynadı ve "toplumcu" toplu konut deneyimleri için temel örneği oluşturdu. Ancak Le Corbusier'in üç yandan duvarla çevrili, "topraktan koparılmış megaronları", sınırlı bir gün ışığı sunmaktaydı. Üstelik çift yönlü yerleştirilen devasa kütlelerdeki konutların doğu ya da batı yönlenmeleri de, gerek Taut gerek Bauhaus çevresinin güney yönlenme ilkesi karşısında oldukça tartışmalıydı.


Sonuçta Le Corbusier'in plastik etkisi hayranlık uyandıran Ronchamp vb "romantik projeleri" mimarlığın boyutunu değiştirirken, aynı plastik etkileri taşıyan megablokları, şehircilik açısından tartışmalı, çılgın fikirler olarak tanımlanmak durumundaydı ve dünyanın önemli bir kısmı da onu izlemek şanssızlığında bulundu. Wright, Neutra, Mies'inkiler gibi Le Corbusier'in ileriki dönemlerdeki villaları modern mimarlığın kanonik örneklerini oluşturmaya devam ederken, başka öncüler tarafından ve özellikle A.B.D'de pek paylaşılmayan "unité d'habitation"lar sadece Doğu Avrupa'daki şanssız bazı izleyicilerini tuzağa düşürmüş oldu. Le Corbusier'in yalnız olduğu bir başka konu da kentlerin bölgelenmesindeki (zoning) aşırı fikirleri olmuştur. Tony Garnier'in "Sanayi Kenti"nde kirletici endüstri alanlarının ayrıştırılması düşüncesi, Le Corbusier ile kent yapısını oldukça keyfi, belki daha çok plastik nedenlerle "bölgeleme" anlayışına dönüşür. Bu düşüncelerin kurbanlarından en önemlisi Chandigarh gibi durmaktadır. Kısmen gerçekleştirilmiş olan Chandigarh'da "yönetim alanı" görünüşe göre tümüyle plastik nedenlerle kentten ve kentin gündelik yaşamından koparılmıştır.  


Le Corbusier'in yönetsel ve ticari alanların ayrıştırılması düşüncesinde İstanbul ve Bursa çarşılarının etkisi var mıydı? "Doğu Gezisi"nde bu sorunun yanıtına pek rastlanmaz. Ancak bilinen o ki "çarşı" Le Corbusier için İstanbul'un en hoş yanlarından biri değildir. Hayran olmaktaki bütün kararlığına karşın "çarşı" hakkında fazla olumlu bir şey söylemeyecektir.


Modern Mimarlığın İlkeleri

Öte yandan, mimarlıktan söz edildiğinde Doğu’daki deneyimlerinin önemli olduğunu düşündürecek pek çok ipucu bulunabilmektedir. Ünlü 5 ilkenin, betonarmenin ve çerçeve sistemin mantığından kaynaklanan ikisi, serbest plan ve serbest cephe ilkeleri dışındaki 3 ilkenin "Doğu Gezisi" ile ilişkisi kurulabilmektedir. Aslında bu ilişki, anlaşıldığına göre sözel olarak Türkiye'de mimarlar arasında 30’lardan bu yana konuşulmakla birlikte, yalnızca Sedad Hakkı Eldem tarafından açıkça dile getirilmiştir. 80’lerin başında kaleme alınmış gibi görünen ancak Eldem'in daha çok 1930’ların sonundaki "milli mimarlık" ya da "yerel mimarlık" konusundaki görüşlerini yansıtan "Türk Evi" başlıklı metinde Le Corbusier, Wright ile karşılaştırılmış, Wright'ın Uzak Doğu'dan ilham alması gibi, Le Corbusier'in de Türkiye'den çok ilham aldığı" belirtilmiştir. Bu konu her şeyden önce "pilotis" ilkesini ilgilendirir. Eldem'e göre Le Corbusier: "Evleri daima ayaklar üstünde kurar, zemin katını oturma için kullanmaz, oturma katı birinci kattır. Tıpkı bizdeki gibi... Zemin katında garaj, depo ve taşlık gibi yerler vardır. Bizdeki arabalık, taşlık ve depolar gibi." (Eldem, 1983; 19) "Doğu Gezisi"nde ne "taşlık" hakkında ne de yükseltilmişlik (fevkanilik) ilkesi hakkında herhangi bir bahis, ya da eskiz bulunmaz. Bir konak ya da tipik bir evin iç avlusunun anlatımına da pek rastlanmaz. Ancak genç gezginin bu konularda belli fikirler edinmiş olması oldukça olasıdır. Bu konudaki deneyimleri hakkında oldukça belirsiz ipuçları vardır: "Konak, yani ahşap Türk evi mimari bir şaheserdi... (Theophile Gautier kitabının her sayfasında bunun bir tavuk kümesi olduğunu yazmıştı)." (Le Corbusier, 2009; 126)


Le Corbusier'in İstanbul konaklarına duyduğu hayranlık çok açıktır. Bu hayranlık daha sonraki İstanbul planlaması ile ilgili olarak da kendisi tarafından dile getirilmiştir (Demiren,1949). Bu konularda fikir sahibi olması akla yakın görünmektedir. Ancak "Doğu Gezisi" metni, camiler, mezarlıklar, çarşı ve hatta kahvehaneler hakkında oldukça canlı betimlemeler içerirken, konutlar hakkındaki detay ancak bir eskizin altına yazılabilecek bir cümleyle sınırlıdır. Olasılıkla genç gezginin konutların içini tanımlayabilecek deneyimleri olmamıştı. Ancak uzaktan da olsa konağın içe dönük yapısını belirli bir düzeyde algılayabilmiş olduğunu düşünmek akla yatkındır. Daha az tartışmalı bir konu ise 30’lardaki genç Türk mimarlarının tanımladığı ismiyle "mantıki pencere", ya da uzunlamasına penceredir. Yine Eldem'in anlatımıyla "pencereler alçaktır. Ufki bir istikamette birbirine mümkün olduğu kadar yaklaşmak üzere dizilmiş; manzaranın ve ufkun hatlarına uyarlar." (Eldem, 1983; 19-20). Aslında bu konuda "Doğu Gezisi"nde doğrudan bir bahis yok ise de, Le Corbusier'in Boğaz’daki yalıları oldukça yakından izlediğinin kanıtları vardır. Bu yalıların pencere düzenlerini anlatan birkaç eskiz de konuya ilişkin fikir verebilmektedir. Genç gezginin sıra pencereleri fark etmemesi olanaksızdı.


Eldem daha tartışmalı olarak görülebilecek teras çatılar ya da teras bahçeleri konusunda da çarpıcı görüşler ileri sürer: "Binanın etrafında bol ve geniş taraçalar vardır. Bunlar üst kattadır; bizdeki hayatlar gibi... Bu taraçalar doğrudan doğruya bahçe veya avluya bağlanmıştır." (Eldem, 1983; 19) Villa Savoye'un terasının üstü açık bir "hayat" olarak yorumlanması oldukça ilginç bir yaklaşım olmalı. Bahçeye bağlanan hayat ise Kızanlık eskizlerinde dikkati çeker. "Hayat" da "Doğu Gezisi" metninde doğrudan konu edilmemekle birlikte, Le Corbusier tarafından ilgiyle izlendiği düşünülebilecek bir mekansal anlayış olmalıdır. Ancak İstanbul ve Bursa'nın tüm hayatları üstü kapalı mekanlardır.


Sözel gelenek ise teras bahçeyi daha çok gezinin İstanbul sonrası aşamasında Parthenon'a ulaşma yolunda adalarda rastladığı bir unsur olarak tanıma eğilimindedir. Böylece modernizmin popülerleşmesinde ve aslında işlevselliğindeki temel sorun olan, iklime uymama eleştirisinin kaynağı, kübikliğin nedeni "teras çatı"nın sorumluluğu İstanbul'a yüklenmez. Eğer Le Corbusier Ege adalarından geçmek yerine İstanbul'dan geri dönmüş olsaydı, modern mimarlık 5 ilkesinin birinden mahrum kalarak belki daha uzun ömürlü olabilecekti. Kuşkusuz teras çatı tümüyle Le Corbusier'in katkısı sayılamazdı. Aslında dönemin tartışmaları arasında, çatı ve özellikle saçaktan vazgeçmek istemeyen Mongeri'nin savunması oldukça ilginçtir. Öğrencisi Burhan Arif'in kübik projelerini eleştirirken bu tür yapılaşmanın, güneşsiz Orta Avrupa'ya uygun olduğunu ileri süren Mongeri, böylece saçağın yağmurdan çok, güneş kontrolüne ilişkin bir öğe olduğunu ileri sürmüştür (Zeki Sayar ile yayınlanmamış söyleşi).


Le Corbusier'in Doğu Gezisi Sonrasındaki Projeleri:
Doğu Gezisi’nden dönüş Le Corbusier'in kariyerinin çok erken bir aşamasıdır. Dönüşünden başlayarak Paris'teki ilk çalışmalarına uzanan bir sürecin, mimarın özellikle İstanbul deneyimlerini uzun bir süreçte yansıtması oldukça ilginçtir. Belki bundan daha ilginç olan ise Eldem sayesinde bize oldukça mantıklı görünen bu esinlenme açıklamalarının Le Corbusier tarih yazımında herhangi bir yeri olmayışıdır.
Maison Blanche
Maison Blanche
Doğu Gezisi’nin hemen dönüşüne rastlayan ve Le Corbusier'in tek başına gerçekleştirdiği ilk tasarım deneyimi sayılan, 1912'de La Chaux-de-Fonds'da ailesi için tasarladığı ve kendisinin de Paris'e taşınana kadar içinde yaşadığı Villa Jeanneret-Perret, robust kütlesi ve dik çatısına rağmen, karnıyarık planı, belirsiz cumbaları ve sıralı pencereleri ile belirli bir İstanbul etkisi yansıtır. Bahçede bir iftar kameriyesi de eksik olmayan "Beyaz ev" (Maison Blanche), pürist düşüncenin tohumlarını taşır.

Villa Schwob
Villa Savoye
Komşular tarafından "Türk Villası" olarak isimlendirilmiş olan Villa Schwob, yine ülkesinde, savaş yıllarında, 1916'da gerçekleştirdiği bir yapıtıdır. Plan düzenlemesinin İstanbul yalılarını anımsatması Batılı kaynaklarca belirtilmiştir. Eyvan benzeri hacimleri dikkat çeken, orta sofalı, Batı etkisinde bir "Türk Evi"ne benzetilebilecek yapının yukarıdaki ilkelerle ilişkisi pek kurulamaz. Yapının tasarımında Tessenow'un bir düşüncesinin ve Perret'nin bir tavsiyesinin etkili olduğu iddia edilmiştir. 
Paris'teki ilk işlerinden olan 1923 tarihli Villa La Roche-Jeanneret ve 1924 tarihli Fruges konutları "pilotis" düşüncesinin ilk uygulamaları sayılabilir. Fruges'teki Dom-Ino konutları aynı zamanda Eldem'in sözünü ettiği kısmen örtülü "hayat" benzeri teraslara da iyi bir örnek sayılabilir. Bu durumda Dom-Ino Le Corbusier'in ilk "Türk Evi"dir. Aynı yılların bir ürünü olan L'Esprit Nouveau Pavyonu ve 1928 tarihli Villa Stein-de Monzie Eldem'in sözünü ettiği bahçeye açılan teraslara örnek oluştururlar. Weissenhofsiedlung konutları, özellikle Citrohan Evi "pilotis" ve "hayat" kavramlarının uygulanmasının mükemmel temsilcileridir. Citrohan Evi ayrıca fevkanilik ilkesini de uygular görünür. Bütün bu kavramların doruğu ise kuşkusuz 1928’de tasarladığı Villa Savoye olmalıdır.

1930larda Türkiye'den Yorumlar
Kuşkusuz bütün bu yapıtlar ve düşünceler 30’ların başında Arkitekt çevresinde toplanan genç mimarlar tarafından yakından izlenmiş olmalıdır. Le Corbusier, Mimar / Arkitekt dergisinde, özellikle ilk yıllarda önemli yer tutar. Mimar'ın yayınından önce Muhit dergisinde "Mösyö Jak'ın Asri Villası" başlığıyla Le Corbusier'i tanıtmaya başlayan Samih Saim, Mimar'ın ilk sayısında onu "gerçek bir inkılapçı" olarak tanımlar (Samih Saim,1931). Zeki Sayar ve Faruk Çeçen de aynı yıllarda Le Corbusier'in kavramlarını gündeme getirirler. Bu dönemde, Le Corbusier'in yayınlanan ilk kitaplarında yer alan İstanbul eskizleri ile "Doğu Gezisi"nden haberdar olan genç mimarların, Eldem'in bahsettiği türde bir esinlenmeden söz etmeye başlamış olmaları olasıdır. Burhan Arif Ongun'un o yıllarda Le Corbusier ile çalışmış olması da kuşkusuz çok önemli bir bilgi kaynağıdır. Ancak Le Corbusier'in İstanbul'a ilgisi ve sevgisini 70’lerde kaleme aldığı anılarında sıkça dile getiren Ongun, bu esinlenme konusunda herhangi bir imada bulunmaz.

1933'te Behçet ve Bedrettin imzasıyla yayınlanan "Mimarlıkta İnkılap" başlıklı yazı Villa Savoye'un bir fotoğrafı altında yer alan bir cümle ile başlar (Behçet ve Bedrettin, 1933). Villa Savoye'u mimarlıktaki yeni fikirlerin sembolü olarak kullanırken, doğrudan Eldem'in sözünü ettiği türde bir esinlenmenin nesnesi olarak görmemiş olsalar da, özellikle Avusturyalı mimar Holzmeister'in yapıtlarını kastettikleri biçimci yerellik yaklaşımının karşısında bir yer vermek istemekteydiler. Belki Le Corbusier'in buradaki tipolojik yaklaşımında, bugün bizi oldukça şaşırtacak biçimde, modern mimarlık ilkelerinde Türkiye için savunulabilecek bir yerelliğin ipuçlarını görmekteydiler. Behçet Ünsal daha sonraki yazılarında da benzer bir yaklaşımı sürdürürken, daha ulusalcı bakış açısıyla yaklaşan Aptullah Ziya Kozanoğlu da olasılıkla bu tür düşüncelerin etkisi altında Le Corbusier'in Weissenhof Siedlung'daki evlerini "milli karakteri yansıtan bir eser" olarak tanımlar (A. Ziya, 1934; 54)

Mimar / Arkitekt dergisindeki bu tür referanslandırma ve zaman zaman rastlanan spekülatif değerlendirmeler bir yana, Le Corbusier'nin kendisi de birkaç stratejik noktada "Doğu Gezisi"ne referansla Türk mimarlığı hakkında değerlendirmelerde bulunmuştur. Bunlardan önemli görünen birisi, özellikle camilerdeki temel formlara dayalı kütle kurgusunun "pürist" felsefesinin referansı oluşudur. "Doğu Gezisi"nin Fransa'da yayınlandığı sırada yine Behçet Ünsal tarafından kaleme alınan bir yazı (Ünsal, 1966, 74-76) ve Enis Kortan'ın ilk kez 1983'te yayınlanan kitabı bu başlıkları ele alırlar. Bir başka önemli referans ise Yeşil Cami'nin içten dışa kurgulanmış olmasıdır.
Sonuç olarak, Le Corbusier'in modern mimarlık ilkelerinin oluşumunda, "Türk Evlerinden" bilinçli veya bilinçsiz esinlenmeleri, oldukça spekülatif konular olarak yer alırken, Osmanlı kamusal mimarlığından açık ve belirtilmiş etkilenmelerine "Doğu Seyahati"nin görsel belgeleri de tanıklık eder.


KAYNAKÇA

Aptullah Ziya; (1934) “Sanatta Nasyonalizm”, Mimar 4/1934, No. 2, s. 54.


Behçet ve Bedrettin; (1933) “Mimarlıkta İnkılap”, Mimar 3, 8/1933, s. 245-247.


Cansever, Turgut; (2003) “Le Corbusier Hala Güncel mi ?” Tartışma Paneli. Sanat Dünyamız. No.87, s. 97-108.



Demiren, Şemsa; (1949) “Le Corbusier ile Mülakat”, Arkitekt 11-12/1949, s. 230-231.


Eldem, Sedad Hakkı; (1983) “Türk Evi, Sedad Hakkı Eldem: 50 Yıllık Meslek Jübilesi”. MSÜ. İstanbul.


Engels, F.; (1845, 1997) “İngiltere’de Emekçi Sınıfının Durumu”, Sol Yayınları. İstanbul.


Gadel,  Cara Anne; (2007) “Émile Souvestre: Breton, Christian, and Republican in Nineteenth Century France”; (Yüksek Lisans Tezi). University of Maryland.


Gerber, Alex; (1994) “Le Corbusier et le mirage de l'Orient. L'influence supposée de l'Algérie sur son œuvre architecturale”; içinde Revue du monde musulman et de la Méditerranée; Figures de l'orientalisme en architecture. N°73-74. s.363-378. 


Kınık, R. Z.; (1978) “Late 19th. and 20th. Century Artists and Movements”; ODTÜ. Ankara.


Kortan, E.; (1983) “Le Corbusier Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği”; ODTÜ. Ankara.



Kortan, E.; (1991) “Le Corbusier Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği-Turkish Architecture and Urbanism Through the Eyes of Le Corbusier”; ODTÜ. Ankara.


Le Corbusier; (2007) “Mimarlık Öğrencileri ile Söyleşi” (Türkçesi: Samih Rıfat); Yapı Kredi Yayınları.İstanbul.


Le Corbusier; (1925) “L'Art décoratif d'aujourd'hui” (Günümüzde Süsleme Sanatları); Éditions G. Crès, Paris.



Le Corbusier (Ch.-E. Jeanneret); (1987) “Voyage d’Orient. Carnets”; Mondadori Electa, Fondation Le Corbusier. Milano.


Ongun, Burhan Arif; (1978 ?) “Yedi Pırlanta İnsan”. Osmanlı Matbaası. İstanbul.



Petit, J.; (1965) “Le Corbusier Lui-Même”; Editions Rousseau. Cenevre.



Samih Saim; (1931) “Lö Korbuziye’nin Muasır Şehri”, Mimar 1, 2/1931, s. 44-48.


Spengler, O.; (1923, 1976) “Le Déclin de l’Occident, esquisse d’une morphologie de l’histoire universelle”; Vol. 1. NRF Gallimard. Paris.


Tanju, Bülent; (2003) “Charles-Edouard Jeanneret’nin Doğu’ya Yolculuğu”; Sanat Dünyamız. No.87. s.123-133.


Tanyeli, Uğur; (2003) “Bir Sağırlar Diyaloğu: Le Corbusier’den Türkiye’ye, Türkiye’den Le Corbusier’ye”; Sanat Dünyamız. No.87. s.111-121.



Tisdall, C.; Bozzolla, A.; (1993) “Futurism”; Thames and Hudson. Londra.


Ünsal, Behçet; (1966) “Le Corbusier Kalemiyle Türk Sanatı ve İstanbul”, Arkitekt  2/1966, s. 74-76





Burada yayınlanan kısa versiyon, son bölümleri kapsıyor. Yazının tamamı: 
M. Rıfat Akbulut - Zafer Akay, "Jeanneret Harikalar Diyarında: Le Corbusier'in Doğu Yolculuğu ve İstanbul"  Sosyal Bilimler, MSGSÜ SBE Dergisi 8/2013, s. 81-93.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder