10 Eylül 2014 Çarşamba

Enver Tokay'ın Tasarımlarında Güneye Yönlenme ve Ankara Vali Evi



Zafer Akay

Bu metin 2011  Aralık ayında, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Bina Kimlikleri Söyleşileri başlıklı etkinlik dizisindeki bir konuşmaya dayanıyor. Dolayısıyla konuşma formatı değiştirilmedi. Sadece metin biraz düzenlendi. Soru cevaplarda gündeme gelen iki konu da metnin sonuna eklendi.



Vali Evi, Ankara, Kuzeybatıdan
Okul yıllarında mimarlık tartışmalarıyla ilk karşılaşmamız Enis Kortan Hocamızın çok ilginç bir kitabıyla olmuştu diyebiliriz. “Türkiye’de Mimarlık Hareketleri ve Eleştirisi” iki ciltten oluşan bu kitap, şu anda pek kolay bulunmaz, çok daha yumuşak bir versiyonu var. Bu kitap oldukça zehir zemberek eleştirilerle, 50’liler ve 60’lar dönemlerinin binalarını değerlendirir. Kitabın içinde bir bina hakkında gerçekten çok olumlu konuşuluyor: Emek İşhanı. Kuzey ve güneye yönlendirilmiş oluşu, Ankara için iyi bir öneri oluşu, yapı ve hakkında çok fazla bir şey bilemediğimiz, daha sonra da çok fazla bir şey öğrenemediğimiz, mimarı Enver Tokay’ı bizim için çok ilginç yaptı. Yönlenme konusu da, değişik yorumlarla yaklaşılan bir konu olarak benim için her zaman ilginç bir konu oldu. Burada hem sizinle Enver Tokay hakkında bulabildiklerimizi paylaşmak, bunu da özellikle yönlenme bakış açısından yapmak istiyorum. Çünkü Tokay’ın içinde bulunduğu projelerde bu önemli bir tema oluşturuyor gibi görünüyor.

Emek İşhanı, Ankara, Güneyden 
Tokay'ın çok özel bir mimar olduğunu anlayabiliyoruz. Şevki Vanlı onun için bir kuyruklu yıldız gibi geçti diyor, Vedat Dalokay’ın büyük hayranlığı var, birçok projede çalışmış olan Behruz Çinici'nin sevgisi ve hayranlığı var. Çok güzel çiziyor, grafosla öyle bir çizgi çiziyor ki, bunu cetvele koyuyorsunuz oturuyor gibi, böyle bir efsane... Enver Tokay hakkında çok az şey biliyoruz derken, özellikle Enver Tokay’ın yapıları, projeleri hakkında bilgiler çok sınırlı demek istiyorum. Çok az yayınlanmış bir mimar. Ama bir yandan da kuyruklu yıldız olarak adlandırılmış. Hakkında birçok anı ve öykü var. Projeleri az yayınlanmış. Fotoğrafı da pek yok. Google'a bakınca çok şık, pelerinli birisi çıkıyor, ama o değil.



Yarışmalar, Yapılar

TTB İzmir Şubesi Yarışma Projesi, 1952
Tokay'ın erken dönem projeleri hakkında çok fazla bir şey bilinmiyor. 1952 yılında bir yarışma projesi, Türk Ticaret Bankası İzmir Şubesi önerisi, 1940’ların sonundaki milli mimarlık dediğimiz, daha geleneksel mimarlıktan modernizme geçişi temsil ediyor. Aynı dönemlerde “İstanbul Şadırvanları” adlı bir yeterlilik tezinin kitap olarak yayınlandığını biliyoruz. Mimarlık tarihiyle de ilgisi olduğunu böylece biliyoruz. Bundan sonra, Erzurum Atatürk Üniversitesine kadar çok fazla bir şey bilmiyoruz. 

Buraya gelmeden önce, bu çok özel mimarın, çok özel bir yapısı olduğunu da fark etmemek mümkün değil: Vali Evi. Bu yapı benim kişisel olarak en çok sevdiğim binalar arasında, Bir başka mimar arkadaşım da beş yaşındayken “biz niye bu binada oturmuyoruz” diye sorarmış. Bu ilgi sanıyorum paylaşılıyor. 

Başka projelerinin olduğunu biliyoruz. Ortadoğu Teknik Üniversitesi birinci yarışmasına, Behruz Çinici’yle katıldığını, ikinci yarışmasına da bu kez Teoman Doruk ile birlikte katıldığını biliyoruz. Mutlaka başka yarışmalara da katılmıştı.

Enver Tokay’la ilgili bildiklerimizi biraz daha paylaşmak, bunu da daha çok 50’ler ve 60’ların Arkitekt'lerine bakarak yapmak istiyorum. 1950’ler Ankara için, yani devlet yapıları açısından çok verimli bir 10 yıl değil gibi gözüküyor. Özellikle 50’lerin sembol yapıları, genellikle o dönemin genel eğilimleri, Amerikanizasyon eğilimleriyle birlikte, sembol yapılar daha çok İstanbul’da. Hilton gibi, İstanbul Belediyesi gibi... Bununla birlikte devlet yapıları daha az demek lazım. 50’lerin ikinci yarısında yarışmaların tekrar ortaya çıkması çok önemli. Oldukça verimli bir dönem, Zeki Sayar'ın da söylediği gibi. Arkitekt'ten de bunları takip edebiliyoruz. 50’lerin ikinci yarısının, genel olarak mimarlık için de ekonomi için de çok iyi olmadığını, mimarlığı da çok desteklemediğini de görebiliyoruz. İstanbul’un imarı gibi bir şehircilik boyutu var ve konut boyutu var elbette, ama kamu yapıları açısından çok verimli bir dönem olmadığını, daha çok enerji yatırımları, barajlar vesaire olduğunu görebiliyoruz.

Buna karşılık 60’lar ise, yine Arkitekt'ten de çok rahat izleyebildiğimiz gibi, yarışmalar çok verimli. Bu kez kamu yapı yapıları açısından çok verimli bir dönem başladığını görüyoruz. 60’lı yıllarda, belki 70’lerin ortasına kadar süren bu dönemde, yarışmalar çok yoğun olarak yayınlara da yansıdığından, bilgi de edinebiliyoruz. Bir yandan Güzel Sanatlar Akademisi asistanları, bir yandan İstanbul Teknik Üniversitesi asistanları çok ağırlık taşıyor yarışmalarda. Değişik kombinasyonlarda farklı ekipler oluşturarak bu yarışmalara katılıyorlar, bir rekabet söz konusu. Mimarlık yayıncılığında da bir rekabet söz konusu, oldukça verimli bir dönem.


Erzurum Atatürk Üniversitesi Yerleşkesi

Bu yarışmalarda Enver Tokay’ın da oldukça önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Burada yine yönlenme açısından ilginç bir projeden bahsetmek istiyorum. Atatürk Üniversitesi kampusu tasarım ekibinde Hayati Tabanlıoğlu da var. Behruz Çinici’nin anılarında da bahsedildiği gibi, daha çok Ayhan Tayman ve Çinici’nin tasarım sorumluluğunu üstlendiği bir proje gibi gözüküyor. Richard Neutra’nın jüri başkanı olduğunu ve bu projeye büyük bir hayranlık duyduğunu biliyoruz. 

Erzurum Atatürk Üniversitesi Kampüsü Yerleşim Planı, 1955
Burada, kampusun planlamasında, güney yönlenmesi, tam olarak güneydoğu yönlenmesi çok dikkat çekiyor. Ama arada buna uymayan yapılar da var. Yani çoğunlukla güneydoğu, kuzeybatı yönlenmesi varken, buna uymayan bazı yapılar da var. İlginç bir şekilde bunların da belli bir kısmı yapılmış. İki sosyal bilimler ve kimya binasıyla, yurtlar ve lojmanların belli bir bölümü yapılmış. Ziraat Fakültesi de belli belirsiz, yani çok benzerlik taşımıyor. Buradaki iki grup bina, oditoryum uygulanmış. Tabi kampus çok farklı bir görünüm kazanmış. Behruz Çinici’nin anılarında aslında bu kampus, özellikle de kimya binası iklimle ilgili sorunlardan dolayı, bazı yapıların altının boş olmasından dolayı, yani genelde bir ısınma sorunundan dolayı, biraz pişmanlıkla hatırlanıyor. Aslında, ilk yapılan Kimya Binası, bir şekilde genele uymayan, doğu-batı yönlenmelerinde, dersliklerin doğuya, laboratuarlarınsa hem doğuya, hem batıya yönlendirildikleri bir yapı olarak daha az şanslı. 

Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi, 1955
Tabi bu dönemlerde, bunun genel bir trend olduğundan, söz etmek gerek. Bauhaus için bu güney yönlenme ilkesi çok açık. Ama Le Corbusier’nin bunu hiç paylaşmadığını, tam tersine doğu-batı yönlenmeli büyük bloklar tasarladığını görüyoruz. 50’lerin uluslararası stil yaklaşımında Bauhaus yaklaşımının tekrar gündeme geldiğini düşünebiliriz. 

Burada dersliklerin doğuya yönlendirildiğini görüyoruz, güncel hali böyle gözüküyor. Diğeri, Sosyal Bilimler yapısı ise, bu kez dersliklerin güneye yönlendirilmiş olduğu bir yapı. Ziraat Fakültesi'nde de, yurtlarda da, yine aynı şekilde güney ve kuzey yönlenmeleri geçerli. Lojmanlarda da tekrar ediyor.


DSİ Genel Müdürlüğü

DSİ Genel Müdürlüğü, 1958
Bir başka yarışma projesi, 58 yılından, DSİ Genel Müdürlüğü, yine tesadüf olamayacak şekilde güney-kuzey yönlenmeli. Aslında Eskişehir Yolu'nun özelliği belki de bu biraz da. Belki şunu söylemek gerek: Batı yönlenmesi, özellikle bulvarın doğu yakasındaki yapıların, Emek İş Hanının olduğu bölgedeki yapıların sorunu. Ankara’nın bu çok ciddi bir problemi. Batı güneşiyle mücadele etmek, kepenkli veya güneş kırıcılı yapılar olması. Bu açıdan Emek İşhanı oldukça farklı Eskişehir Yolu'nun da bu açıdan şanslı olduğunu düşünmek lazım. Eskişehir Yolu boyunca olan gelişmelerde, zaten doğal olarak ön cephelerinin güney yönlenmesiyle çözümlenmiş oluyor. 

DSİ Genel Müdürlüğü, 1958
Çok ilginç bir motif var iki pencere arasında, ben bunun "kafa penceresi" gibi yorumlanabileceğini düşünüyorum. Yani şu ahşap bant panelin, -pek adını da koyamadım, belki öneride bulunabilirsiniz- yani bakış yüksekliğinden sonraki kısmını ayıran, sadece ışık alınan. Bu Valilik Evinde de çok belirgin bir figür, şaşırtıcı bir benzerlik yaratıyor. Bu proje de yine Teoman Doruk ve Behruz Çinici’yle birlikte yapılmış. Özellikle çörten detayları ilginç. Bu ahşap elemanın eskime açısından biraz problemli olduğunu da görebiliyoruz. 



Emek İşhanı

Emek İşhanı, 70'ler
Emek İşhanı’nda ise, Enis Kortan’ın kitabında da sözü edilen, aslında güney yönlenmesinin güneşin kontrollü olması koşuluna bağlı olduğuna dikkat çekmek gerek. Emek İnşaat binasında güney-kuzey yönlenmesinin bilinçli olduğu çok açık ve burada Tokay’ın diğer ortakları yok. İlhan Tayman’la birlikte tasarlanmış görünüyor. Bunun bir tesadüf olmayacağını düşünüyorum. 

Emek İşhanı, güncel
Tadilattan önceki halinde, güney tarafından güneş kontrolü ciddi bir problemdi. Ben çıktığımda burada son derecede yoğun kullanılmış, yıpranmış jalûziler dikkat çekerdi. Jalûzilerin sürekli açılıp kapanması gerekiyordu içeriden. Şu anda oldukça talihsiz bir tadilat geçirmiş. Ankara’da beni en çok şaşırtan olaylardan bir tanesiydi. İster istemez Temel'in sınırsız yükseklikte gökdelenine bir de çekme kat yapmak istemesi hikayesini hatırlattı. Yeni cephe de çok yadırgatıcı, burada nefis bir beton yüzey ve sanırım Kuzgun Acar’ın bir heykeli vardı, olağanüstü bir şeydi, yok olması üzücü gerçekten. Burada da, şu anki durumda güney cephesinde filmle güneş kontrolü yapıldığı gözüküyor. 


Ankara Vali Evi


Vali Evi’nde ise, diğerlerinden oldukça farklı bir yaklaşım olduğunu görüyoruz. Bu vurgulanmış. Şevki Vanlı bunu prizmadan sıkıldığı ve burada bir değişiklik aradığı şeklinde yorumlamış. Enver Tokay’ın o tarihlerden sonra, sanırım 60’ların ortasından sonra başka işini bilmiyoruz aslında, son işi gibi gözüküyor. Burada kutunun patlatılması dediğimiz, Wright’vari bir yaklaşım da söz konusu. Yönlenme açısından hiç de bir öncekilere benzemeyen bir yapı var. Özel bir nedenle yapının protokol kısmı diyebileceğimiz, yani kamusal kısmının bulunduğu bölümün ortografisinden, saptırılmış bir açıyla, özellikle yönlendirilmiş olduğunu görüyoruz.

Vali Evi, Ankara, kuşbakışı
Bir tesadüf sonucu, şu anda yıkımı konu edilen Atakule de bunun tam karşısına dikilmiş. Belki bir görüş elde etmek için böyle yönlendirilmişti. Eğer tam Botanik Parkının aksında bakacak olsaydı, daha çok kuzeye yönlenecekken döndürülerek kuzeybatıya baktırılmış. Böylece bir günbatımı görmesi beklenmiş olabilir diye düşünüyorum, yani günbatımını algılaması. Planda daha rahat görebiliyoruz patlatılmış kutuyu. 

Vali Evi, Ankara, Doğudan
Buna karşılık, yine yönlenme açısından bakıldığında, kamusal blok kuzeye açık olmakla birlikte, yapının avluyla ilişkisinin batı yönünden kurulduğunu, yine batıya oldukça açılmış olduğunu görebiliyoruz. Öte yandan buradaki batı yönlenmeleri yoğun ağaçlar ve hem avludaki, hem de komşu tarafındaki yoğun ağaçlarla birlikte, çok da önemli bir sorun oluşturmuyor gibi gözüküyor. Bu yönlenmenin bir nedeninin de bir yandan doğu yönünde bir bakış açısı vermekle, Ankara panoramasını genişletmek, salonlar açısından 180 dereceye varan bir panorama sağlamak olabileceğini düşündüm. Fakat doğu tarafında da açıklıklar çok büyük değil göreceğiniz gibi, yani özellikle vurgulanmış değil.

Başlangıçta bu yapıya ilgi duyarken, yönlenmesini çok da düşünmemiştik. En başta, yapıyı çok özel yapan korkuluksuz balkonların, bunlara saçak mı demek lazım bilemiyorum, oldukça sıra dışı olduğunu düşünebiliriz. Şu anda bu halini görmüyoruz, ama merdivenler halen korkuluksuz. Ancak adlandıramadığım ahşap bant, panel diyebileceğimiz eleman artık yok. 

* * *

Tokay'ın Özel Yaşamı

Sualp Güreşçioğlu'nun sorusuna da biraz değineyim. Ben de Enver Tokay’la ilgili benzer şeyler duymuştum. Şöyle bilgiler edinmiştim: 60’larda mimarların durumu çok iyiydi. Bu kamusal yapıları çok ciddiyetle yapıyorlar ve bunun karşılığını da alıyorlar, iyi para kazanıyorlardı. Enver Tokay da bu dönemde, iyi yaşayan bir mimar olarak hatırlanıyor, çeşitli detaylarıyla. Bunun birçok ayrıntıları olabilir.

Burada ilginç olan, Enver Tokay bu kadar başarılı bir kariyerle kendini tanıtma ihtiyacı duymamış olması, yayınlanmamış da... Bu nasıl olmuş diye bakınca, birçok dönemden geçiyoruz, mesela mimarların rekabet dünyasından, bir dönem "Türkiye’de mimarlık mı var?" denilmesinden. Bugün çok farklı bir yere geldik sanırım, anma programımızla, ulusal sergilerle, çok farklı bir noktaya geldik.


Modern Mimarlığın Tescillenmesi

Binaların tescillenmesiyle ilgili birçok konu var, ama biraz hazırlıksız mı yakalanıyoruz? Şimdi çok inanılmaz şeyler oluyor. Mesela İstanbul’da bilebilirsiniz, çoğunlukla 8 katlı binalar var. Taksim’in ortasında, Lamartin Caddesinin girişinde koskoca bir Doğu Apartmanı, Rebii Gorbon tasarımı, altında İş Bankası vardı, birden bire paldır küldür gitti. 8 katlı bitişik düzende oluşmuş bina, çevrede de yapılaşma bu bitişik düzende. Bu nasıl oldu? Bunları takip etmek de gerçekten zor. Yani bütün bu kadar çok binanın tek tek tescillenmesi de bilmiyorum nasıl olacak? 

Toplumda bir problem var. Her yapının yıkılabileceğini veya yıkılabildiğini kanıtlamış bir toplumuz. Yapı stoku olarak hiçbir yapının değeri yok. Toplumda böyle bir şey yerleşmiş, nasıl olmuşsa, yani her binanın yıkılabileceğine dair. Yenisini yapmak daha kolay deniyor filan, böyle bir anlayış var, bunun toplumda nasıl oluştuğunu anlamaya çalışmak gerekiyor belki. 

Atatürk Bulvarı, 70'ler
Ankara’da Kızılay Meydanıyla Sıhhiye arasında, sadece üç bina görebildim 1940’lara, 50’lere gidebilecek, tümüyle yenilendi. Anlaşılıyor ki, 5 katlıydı bu binalar, şimdi 8 katlı oldu ve hemen hemen tümü yok oldu. Yani bunu biraz anlamak zorunda kaldık, beş katlı binanın ayakta tutulamadığını anlamak zorunda kaldık. Ama şu anda 8 katlı binalar da yıkılıyor ve arkasından yine 8 katlı olarak yeniden yapılıyor.

Hiç değilse aradan böyle birkaç tanesini seçip, korumaya çalışmalıyız. Yoksa bütün kente, o koskoca bulvara, dört katta kal deme erki kimsede yok. Nitekim o şekilde şekillendi, ama arada bir-iki böyle tesadüfle, mesela Tapu Kadastro'nun bulunduğu birkaç eski villa var. Ödüm kopuyor bir gün onlara bir şey olacak diye. Onlardan 8-10 tane vardı Kızılay’da, kala kala iki tane kaldı herhalde. Biri kebapçı, birisi yakın zamanda Tapu Kadastro'nun kendisiydi, şimdi bilmiyorum. Eyvah yani, onlar da gitmesin. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder